| | Serbest Meslek Alımı | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Asami Ryuichi Yönetici & Yakuza
Mesaj Sayısı : 394 Yaş : 47 İş/Hobiler : İş adamı & Yeraltı dünyasının başı Lakap : Genel seme | Abazaların yakuzası Nereden : Karanlığın içinden
| Konu: Serbest Meslek Alımı Salı Tem. 30, 2013 7:42 am | |
| Serbest mesleklerde her şey olabilirsiniz: Şekerci, Pastacı, Ajan, manken, fotoğrafçı vb. Ad-Soyad: Yaş: Meslek(Rütbede geçmesini istediğiniz hali ile): Örnek Rp: (Dükkan sahipliği tarzı bir şey ise dükkanınızın ismi ve nerede açmamız gerektiğini belirtin.) | |
| | | Bonten Mutant, Barmen, Garson, Tezgahtar, Bir de geceleri kendini satıyor.
Mesaj Sayısı : 20 Yaş : 33 Lakap : Günışığı Nereden : Yataktan <3
| Konu: Geri: Serbest Meslek Alımı Çarş. Tem. 31, 2013 2:37 am | |
| **Örnek başvuru** Ad-Soyad: Bonten Yaş: kararlaştırılmadı. Meslek(Rütbede geçmesini istediğiniz hali ile): Şimdi barmenlik yapıyor, kafelerde çalışıyor, bir de geceleri kendini satıyor. Net bir şey geçmeyecekse düz serbest meslek olabilir. - [b]Örnek Rp:[/b]:
Saate baktım. Tahmin ettiğim gibi geçti. Zaten bu gazetecilerin erken gelmesi imkansız gibi bir şeydi her zaman. Daha önce de birçok röportaj ve yazı yaptırmıştım. Benim gibi biri için bu çok ilginç değil miydi? Ama herkesi reddedersem daha dikkat çekerdim. Sonuçta bir yakuzaydim ama holding işinin arkasına saklanıyordum. Gerçi normal bir yaşam benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Sokaklarda dolaşmıyordum ki neden bir isim arkasına saklanayım. Öce akla polisler ve kanun gelse de; zaten onlar her detayı bilip konuşmayanlardı, karışamazlardı. Karışsalardı evlerinden, ailelerinden, paralarından, işlerinden, canlarından olacaklarını bilirlerdi. Gözüm saate bir kez daha kaydı. Zamanın kaç olduğunu biliyordum yine de yapacak başka bir şey bulamamıştım bu küçücük odada. Dakiklik artık diğerleri için pek önemli değildi anlaşılan. Yine de benim gibi yakuzalar için değil bir dakika, bir saniyenin bile sonsuz değeri vardı. Umudumu kaybetmiyor değilim iye düşünürken yüzüme gülümseme geldi. Sıradan biri gibi umut hakkında düşünmem çok ilginçti. Kendime gülüyordum resmen, aptal düşüncelerime. Benim gibi insanlar için umut yoktu zaten. Hiçbir zaman var olmamıştı o, hiç gözükmemişti yaşamım boyunca. O saf insanların inandığı bir şeydi, çünkü o zavallıların istediği şeyleri alacak kadar gücü olmamıştı. Onlar sadece ‘unut ederdi’. Elinde gücü olan insanların, ki bahsettiğim güç silah ya da para gibi geçici olmayan güç umuda ve dualara ihtiyacı yoktu bile. Yine de dinsiz biri değil, aksine bağlı biriydim. Acaba bunu da sorar mıydı şimdi röportajda. Ne diyecektim peki. Klasik yalanlar, maskelenmiş hayatım. Üzülüyor değildim; sadece bu gibi formalitelerden nefret ediyordum. Şimdi de şu muhabir. Nasıl bir adam acaba diye düşündüm, bu sorumun hemen cevaplanacağını nereden bilebilirdim elbet.
Kapı açıldı ve içeri sari saçlı on beş on altı yaşlarında görünen bir çocuk girdi. İşe bak şimdi de liseli çocukları mı gazetede çalıştırıyorlar diye düşündüm. Başını öne eğerek bana selam vermekle çok meşgul olduğu için yüzünü göremiyordum. “İyi günler. Umarım fazla geç kalmamışımdır.”. Neydi bu titrek ses tonu şimdi? Fazla mı heyecanlanıyordu bu konuşmayı yapacağına ya da endişelenip korkuyor muydu anlaşılmıyordu. Sanki ikisini birden yaşıyormuş gibiydi. Sonra kafasını kaldırınca son derece şaşırmış bir ifade ile bana baktı. Tanrım, bu küçük çocukla mı uğraşmam gerek diye bir kere daha iç geçirdim. Yüzü fazlasıyla çocuksuydu, on altı yaşındaki bir genç için bile. Yeşil gözleri, endişeli ve acaba ben sizle mi görüşmeye geldim diyecek kadar meraklı bakıyordu. Nefesini tutmuştu, yani bir şey söyleyecekti ancak fazla kararsızdı. Küçük bir çocuk için ayağa kalkma gereği duymadım, bu yaşlı bir adam olsa bile yapmazdım ya orası farklı. Sadece başımı hafifçe aşağı indirip yukarı çıkardım selamlamak adına. Karşımdaki boş koltuğu gösterdim. “Biriyle röportaj yapmak istediğinde biraz daha dakik olursan senin açından iyi olur” Açıkçası onu tanımıyor olsam da ufak bir çocuğa siz demezdim. Neden geç kaldığı ortadaydı; ufak bir çocuk ve dağınık saçları, düzgün giyilmemiş giysileri, eline tutuşturulmuş eşyalar. Ben burada ne saçmalık yapıyordum açıkçası? Gözlerimi kapatıp yüzümdeki şu sinirli gülümsememle bunları düşündüm. Böyle saçma bir şeyi kabul etmenin hangi açıdan yararlı olacağını bilmiyordum. “Tam olarak ne gibi şeyler soracağını öğrenmek isterim. Genel bir özel geçer misin?” Bunu yapabilir miydi bilmiyorum. İçimden güldüm ama amacım kesinlikle dalga geçmek değildi. Acemi olduğu apaçıktı. Onun cevabini beklerken cebimden sigaralığımı çıkardım. İçinden bir tane çekip çakmağımla yaktım. Bağımlı değildim ama içmeyi de bırakmıyordum. Karşımda daha yaşı büyük olmayan biri varken içmek ne kadar doğru bilmem. Sahi benim doğru ve yanlış anlayışım tamamen farklı. Yine de bu konu üzerinde biraz daha düşünmeliydim. Sigarayı içime çektim ve diğer yöne doğru bıraktım dumanı, onun rahatsız olmaması için.
| |
| | | Aiden Castillion Ressam
Mesaj Sayısı : 5 Yaş : 33 İş/Hobiler : Tröllük rp felen Lakap : Chokhosh Nereden : Sence nereden amk.
| Konu: Geri: Serbest Meslek Alımı Çarş. Tem. 31, 2013 3:45 am | |
| Ad-Soyad: Aiden CastillionYaş: 25Meslek: Ressam- Örnek rp:
Gece boşluk kadar karanlıktı yine. Doyumsuz bir kuşun, kanatlarını istediği kadar açıp uçacağı kadar boştu gökyüzü. O zaman hatırladı, geçmişte dilediği şeyleri. En geçmişindeki şeyleri, üzerinden kaç yüz yıl geçmişti sahi? Ne zaman ulaşmıştı bin yılına? Neden çoğu anısı anlamsız ve boştu? Sorulara gömerdi kendini bir kez daha, mezarında rahatça yaşabilecek olsaydı eğer. Hayır, asıl olan ölmekti. Hayata hayat denebilir miydi sonu olmasaydı? Soruların oluşturduğu ağırlığın altından kalkamayacağını hissetti hala genç gözüken, naif bedeninde. İçi ürperdi her şeyden önce, onu gömselerdi, yeniden dilerdi kanatları olmasını. Her şeyden uzaklaşırdı uçarak. Boş gökyüzünde, ulaşabildiği, gücünü yettiği en yüksek yere giderdi, onu yakalayamasınlar diye. Boşlukta yok olurdu, yerin dibinde yok olmaktansa. Kim bilir, boşluğun kendisi haline gelirdi? Kaçmak mıydı bu istediği şeyin adı? Soğuktu gökyüzü, içinde kaybolmak istenmeyecek kadar soğuk. O zaman ateş olmalıydı onu yok edecek şey. Son anında hissederdi aradığı sıcaklığı belki de. Tenine vuran alevler ısıtır mıydı içini? Ya ulaşmazsalar, yetişemezlerse ruhunun en derin yerlerine? O zaman ne yapardı? Zaten ölmüştü. Bir kere değil hem de, birçok kere ölmüştü o. İlk ölümünü düşündü, bu dünyaya gelmeden önceki ölümünü. Hayatındaki en güzel şeydi, bir mucize. Soğuk kumlarda gezdirdi elini, bir avuç alıp parmaklarının arasından akmasını izledi. Zaman gibi, diye düşündü. Zaman da akıyordu durmadan, kimileri için çok değerli bir hazine misali. Burayı sevdiğini düşündü anılarına kaybolmadan önce. İlk geldiğinden beri seviyordu; burası onun için daha çok yuvaydı, lanetli dünyadan. Soğuk kumlarda silik ayak izleri bırakmaya devam ederken, geceyi inceliyordu. Burası hep geceydi. Yorulmazlardı ki uyumaları gereksin. En son gündüzü ne zaman gördüğünü hatırlamaya çalıştı, geçenlerde ziyaret etmişti lanetli yeri. Ancak hatırlamaya çalıştığı şey öyle bir şey değildi. Gerçekten orada yaşarkenki zamandı aklına getirmek istediği şey. Ama yapamadı. Ne kadar bağrınsa da içinde, gelmedi o hatıralar. Çok komikti, biraz da ironik. Zamanında kendisi unutmak istemişti o anıları. Şimdi ise o kadar doğaldı ki unutmak, çok zaman olmuştu. Defalarca yaşadığını düşündü, herkesten defalarca uzun. Nefret etti zaman denilen şeyden. Akıp gitmemeliydi, durması da gerekirdi güzel anlarda. Ancak gerçeklik bu şekildeydi; her kötü olan şey akıp giderdi, iyi olan şeyler de. O halde hatırlamaya çalıştıklarına göre epey yeni kalan anılarını niye unutamıyordu? Son ölüm, kendisinin olmalıydı. O, olmalıydı yok olmuş olan. Neden onunla birlikte gidememişti sanki. Gözlerini açık tutarak yaşların süzülmesine izin verdi. Görüşü biraz bulanıklaşmıştı elbet, pek önemli değildi onun için. Nereye gittiğinin bir önemi var mıydı, zaten kaybolmayacağını bilirken? Kaybolabilir miydi, gidecek hiçbir yeri yok iken? Aklını uykuda tuttuğunu düşünürdü, önemsiz soruların ve çelişkilerin. Bilincini kapardı, bu şekilde canı acımazdı. Bunu yapmaz ise, gerçeklik onu yakalardı, tüm ruhunu yakardı, aklını kaçırırdı. Düşünmez ise, buradaki çoğu yaratıktan farkı kalmazdı. Konuşamadığı için, konuşabileceği şeyleri düşünmezdi. Delirmek istemediği için düşünür, zihnine oyun oynardı. Uyanık tutardı kendini düşüncelerle, ancak bakmazdı gerçekliğe. Yoksa bir kez daha canı acıyacaktı. Düşünmemeye çalışsa bile aklına geleceğini bildiği şeyler onu yeniden sarsacaklardı. Çığlık atsa, tüm gücüyle haykırsa, kim duyacaktı burada sesini? Kim tutacaktı bir daha elini, ona yol göstermek için? Birisi, birileri…
Yaşların akmasına izin verdi, yapabileceği bir tek bu kalmıştı. Kendine haksızlık yapmamayı öğrenmişti ondan. Eskiden olsa izin vermezdi ruhunun zayıflıklarını göstermesine. Niye yok olamıyordu, her şeyi tek tek kaybolurken? Niye bir anda bitmiyordu acısı, bedeni, ruhu, bir anda parçalansaydı bu denli çeker miydi ağrı? Kendisine olmuş olmalıydı, son ölüm. Bir kez daha istediği tek şeye ulaşamıyordu. Onu asıl korkutan soru; istediği ölüm müydü gerçekte? Yoksa sadece, bir şeylerin yerine konulan, bir şeyleri örtbas eden yalancı isteklerden biri miydi?
| |
| | | Janélle Béatrice Labelle Model a.k.a. 'The Woman'
Mesaj Sayısı : 2 Yaş : 34 İş/Hobiler : Draw me like one of your french girls... Lakap : Cadı Nereden : :*
| Konu: Geri: Serbest Meslek Alımı Çarş. Tem. 31, 2013 4:00 am | |
| Ad-Soyad: **DeğişecekYaş: Bayana yaşı sorulmazMeslek: Model. 'The Woman'- Örnek rp:
Gece boşluk kadar karanlıktı yine. Doyumsuz bir kuşun, kanatlarını istediği kadar açıp uçacağı kadar boştu gökyüzü. O zaman hatırladı, geçmişte dilediği şeyleri. En geçmişindeki şeyleri, üzerinden kaç yüz yıl geçmişti sahi? Ne zaman ulaşmıştı bin yılına? Neden çoğu anısı anlamsız ve boştu? Sorulara gömerdi kendini bir kez daha, mezarında rahatça yaşabilecek olsaydı eğer. Hayır, asıl olan ölmekti. Hayata hayat denebilir miydi sonu olmasaydı? Soruların oluşturduğu ağırlığın altından kalkamayacağını hissetti hala genç gözüken, naif bedeninde. İçi ürperdi her şeyden önce, onu gömselerdi, yeniden dilerdi kanatları olmasını. Her şeyden uzaklaşırdı uçarak. Boş gökyüzünde, ulaşabildiği, gücünü yettiği en yüksek yere giderdi, onu yakalayamasınlar diye. Boşlukta yok olurdu, yerin dibinde yok olmaktansa. Kim bilir, boşluğun kendisi haline gelirdi? Kaçmak mıydı bu istediği şeyin adı? Soğuktu gökyüzü, içinde kaybolmak istenmeyecek kadar soğuk. O zaman ateş olmalıydı onu yok edecek şey. Son anında hissederdi aradığı sıcaklığı belki de. Tenine vuran alevler ısıtır mıydı içini? Ya ulaşmazsalar, yetişemezlerse ruhunun en derin yerlerine? O zaman ne yapardı? Zaten ölmüştü. Bir kere değil hem de, birçok kere ölmüştü o. İlk ölümünü düşündü, bu dünyaya gelmeden önceki ölümünü. Hayatındaki en güzel şeydi, bir mucize. Soğuk kumlarda gezdirdi elini, bir avuç alıp parmaklarının arasından akmasını izledi. Zaman gibi, diye düşündü. Zaman da akıyordu durmadan, kimileri için çok değerli bir hazine misali. Burayı sevdiğini düşündü anılarına kaybolmadan önce. İlk geldiğinden beri seviyordu; burası onun için daha çok yuvaydı, lanetli dünyadan. Soğuk kumlarda silik ayak izleri bırakmaya devam ederken, geceyi inceliyordu. Burası hep geceydi. Yorulmazlardı ki uyumaları gereksin. En son gündüzü ne zaman gördüğünü hatırlamaya çalıştı, geçenlerde ziyaret etmişti lanetli yeri. Ancak hatırlamaya çalıştığı şey öyle bir şey değildi. Gerçekten orada yaşarkenki zamandı aklına getirmek istediği şey. Ama yapamadı. Ne kadar bağrınsa da içinde, gelmedi o hatıralar. Çok komikti, biraz da ironik. Zamanında kendisi unutmak istemişti o anıları. Şimdi ise o kadar doğaldı ki unutmak, çok zaman olmuştu. Defalarca yaşadığını düşündü, herkesten defalarca uzun. Nefret etti zaman denilen şeyden. Akıp gitmemeliydi, durması da gerekirdi güzel anlarda. Ancak gerçeklik bu şekildeydi; her kötü olan şey akıp giderdi, iyi olan şeyler de. O halde hatırlamaya çalıştıklarına göre epey yeni kalan anılarını niye unutamıyordu? Son ölüm, kendisinin olmalıydı. O, olmalıydı yok olmuş olan. Neden onunla birlikte gidememişti sanki. Gözlerini açık tutarak yaşların süzülmesine izin verdi. Görüşü biraz bulanıklaşmıştı elbet, pek önemli değildi onun için. Nereye gittiğinin bir önemi var mıydı, zaten kaybolmayacağını bilirken? Kaybolabilir miydi, gidecek hiçbir yeri yok iken? Aklını uykuda tuttuğunu düşünürdü, önemsiz soruların ve çelişkilerin. Bilincini kapardı, bu şekilde canı acımazdı. Bunu yapmaz ise, gerçeklik onu yakalardı, tüm ruhunu yakardı, aklını kaçırırdı. Düşünmez ise, buradaki çoğu yaratıktan farkı kalmazdı. Konuşamadığı için, konuşabileceği şeyleri düşünmezdi. Delirmek istemediği için düşünür, zihnine oyun oynardı. Uyanık tutardı kendini düşüncelerle, ancak bakmazdı gerçekliğe. Yoksa bir kez daha canı acıyacaktı. Düşünmemeye çalışsa bile aklına geleceğini bildiği şeyler onu yeniden sarsacaklardı. Çığlık atsa, tüm gücüyle haykırsa, kim duyacaktı burada sesini? Kim tutacaktı bir daha elini, ona yol göstermek için? Birisi, birileri…
Yaşların akmasına izin verdi, yapabileceği bir tek bu kalmıştı. Kendine haksızlık yapmamayı öğrenmişti ondan. Eskiden olsa izin vermezdi ruhunun zayıflıklarını göstermesine. Niye yok olamıyordu, her şeyi tek tek kaybolurken? Niye bir anda bitmiyordu acısı, bedeni, ruhu, bir anda parçalansaydı bu denli çeker miydi ağrı? Kendisine olmuş olmalıydı, son ölüm. Bir kez daha istediği tek şeye ulaşamıyordu. Onu asıl korkutan soru; istediği ölüm müydü gerçekte? Yoksa sadece, bir şeylerin yerine konulan, bir şeyleri örtbas eden yalancı isteklerden biri miydi?
[/quote] | |
| | | Kuze Suzuya Inugami || Sirk Üyesi | Palyaço | Akrobat | Kukla ~ a.k.a. Hampnie Hambart
Mesaj Sayısı : 13 Yaş : 30 İş/Hobiler : Bozuk para biriktirmek, yemek yemek Lakap : Kuze-sensei Nereden : Nokta ile virgülün arasından
| Konu: Geri: Serbest Meslek Alımı Paz Ağus. 04, 2013 7:53 pm | |
| Ad-Soyad: Suzuya Kuze Yaş: 19 ~sanıyor Meslek(Rütbede geçmesini istediğiniz hali ile): Sirk Üyesi | Palyaço | Akrobat | Kukla ~ a.k.a. Hampnie Hambart. (Hampnie Hambart yazmak zorunda değil aslında ama sığarsa yazılırsa çok sevinirim *o* öperim ♥) Örnek Rp: - Spoiler:
Kar tanelerinin gökyüzünden düşüşünü seyrederken onların nereden geldiğini düşünüyordu. Aslında küçüklüğünde karların bulut parçaçıkları olduğunu sanardı. Avucuna düşen tanelerin eriyor olması üzgün hissettirirdi ve bir yandan da mutlu. Bulutlara dokunamazdı, erimesinler diye. Ama her zaman bulutun hasretini çekerdi. Karın nasıl yağdığını düşünmeden önce bulutların üzerine çıkıp orada sonsuza dek kalmayı isterdi, yumuşaklığını hissetmeyi düşlerdi. Fakat kar her şeyi değiştirmişti. Biliyordu ki o zaman, kar bulutların istenmeyen parçaçıklarıydı, kendisi gibi. Küçüklüğünde düşündükleri ve sandıkları ona şimdi komik geliyordu ve bir o kadar da acınası. Şimdi gerçekliği biliyor olmasına rağmen içindeki o 'belki' sinirini bozmaya yetiyordu. Bulutların yalancılığının altından elini çekip kafeye; insanları eğlendiren grubun yanına döndü. Hava karlıydı. Şubat ayında pek normal değildi. Normalde hava daha sıcak olurdu ve bahar için kendini hazırlardı. Aslında bunları düşünmek istemiyordu. Bir kafe de insanlarla konuşup onları güldürüyordu ama onun gözleri hep dışarıdaydı. Ve sonunda dayanamadı ve artık kalamayacağını söyleyerek onların yanından ayrıldı. Kendisini sokağa attığında karın dindiğini görmek iyi hissettirmişti. Kardan hoşlanmıyordu. Adımları karlı sokaklarda iz bırakmaya başladığında içinde büyüyen hisle heyecanlanıyordu. Bir çocuğun kalbindeki aşka sahip olmayı dilerdi belki, eğer kendisi kalbindeki o çocukluğunu yok edebilir olsaydı. Neden yok etmek istediğinden emin değildi, aslında emin de olmak istemiyordu.
Bu havada bile etrafta hala etraftakilerin varlığını hissedebiliyordu. Uzak durmaya çalıştıkça onlara doğru çekiliyor olmaktan nefret ediyordu. Böyle olmamalıydı, bu şekilde olmamalıydı... Her şeyin nasıl böyle geliştiğine anlam veremiyordu. "Ne zamandır böyleyim?" O ne zamandan beri böyleydi? Ne zamandan beri bu tavıra sahipti? Büyük ihtimalle en başından beri... Bu düşünceler aklında dağılırken bakışlarını yürüdüğü henüz basılmamış karlı kaldırımlarına indirdi. Her basışında ayakları altında eziliyor olması hüzünlenmesine neden oluyordu. Ama bunu daha fazla sürdüremezdi... Çok kısa bir süre sonra adımları yine onu aynı yere getirmişti. Çok uzakta değildi... Onu yok etmeyi gerçekten istiyor sayılmazdı, ancak kanının ona buyurduğu şey bambaşkaydı... Aslında youkai kanıyla bir alakası yoktu. Bir inugami putu vardı ve onlara tapan insanlar... Onun tek yaptığı onların ruhlarından beslenmekti. Söylediklerini dinliyor, putun önüne bırakılan yiyecekleri yiyordu. Arada onlara göründüğü de oluyordu... Fakat bir süredir kimse yoktu... Kimse, kimse... yiyecek bile... Hiçbir şey... "Hiçbir şey yok..." Daha ne kadar? Ne zamana kadar?
| |
| | | | Serbest Meslek Alımı | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |